ALICE COOPER, JOHNNY DEPP VE DİĞER TANIDIK DOSTLAR

Sanıyorum ki hiç bir sonbahar böylesine hareketli geçmemiştir. Bunu sadece birbirinden iyi albümlerin ardı ardına çıkmasından dolayı söylemiyorum, albümlerin içeriği açısından da durum oldukça ilginç. Sonbaharın alıştığımız melankolisinden çok -kesinlikle olumlu anlamda- birbirinden ateşli içeriklere sahip albümler bir bir playlistimize konuk oluyor.

Bunlardan biri de bu yılın Eylül ayında listelerimize düştü. Hollywood Vampires‘tan bahsediyorum. (Ya da Alice Cooper ve dadaşları mı desek ne desek?)

Elemanlarımıza gelince (eleman da çok şey oldu sanki) liderlik konumundaki Alice Cooper‘a Johnny Depp ve Joe Perry eşlik ediyor. Albüm boyunca konuk koltuğunda katkılarını esirgememiş olan isimlerse Paul McCartney, Dave Grohl, Joe Walsh ve – rahmetli- Christopher Lee şeklinde gidiyor…

Kendilerini 70’lerin ilk dönemlerinde her gece Rainbow‘da takılan; Keith Moon, Harry Nilsson ve John Lennon‘ın da aralarında bulunduğu bir “zombi” içki grubu olarak tanımlayan Alice Cooper, durumu şöyle açıyor: “Herkes bir zamanlar işinin başındaydı; John, Jimi Hendrix, Jim Morrison… Şimdi herkes gitti ve geriye bir tek üçümüz kaldı. Ben de artık şu albüm işini halledelim dedim; en azından ölen içki arkadaşlarımız için.”

Bu sözlere baktığımızda konsept güzel, eğlenceli.. Normalde bir Alice Cooper fanı sayılmasam da liderlik statüsünde harika durmuş. Böyle zombi bir ekibin başına kimi getirip koyabilirdiniz ki? Aerosmith‘in Joe Perry‘sine gelince, her zamanki gibi “cool”.

 

Johnny Depp‘e gelince söylenebilecek tek kelime “yakışmış”. Zaten kariyerine oyunculuktan önce müzisyenlikle başlamış birinden daha da farklısı beklenemezdi.Her ne kadar şimdi sevmesem de eğri oturup doğru konuşalım, ilkokul döneminde bir bebeyken; sabahçı olduğum için okuldan döner dönmez kusana kadar Karayip Korsanları izleyen bir tiptim. Her gün, abartmıyorum bakın. Sonra ben büyüdüm, erkek zevkim gözle görülür oranda değişti; Johnny deseniz bayağı göbekli ve dişleri pis bir adama dönüştü. Aramıza bir soğukluk girmiş olabilir ama bu albüm ile kendisine bir çeki düzen verirse kendisine kapım hep açık. (Açık mektup.)

Bir ara dipnot: Bence Johnny’nin içinde kalmış rockstar olmak, adam kendisini yırtıyor bu yolda fırsat buldukça. Son Dior reklam filminde alakasız bir şekilde gitar çalarken gördük kendisini. Bıraksalar 80’ler glam rock döneminde uyuşturucuyu basıp ölürmüş. İşte şans…

Canım ben seni beğenirken de inş. böyle kilolu değildin?

Albüme geri dönecek olursak, başta da belirttiğim gibi melankoliden oldukça uzak olan albümün ruhu üç ana isim üzerine şekillenmiş:  Jimi Hendrix, Jim Morrison ve John Lennon. Albümü açan ilk şarkı olan Whole Lotta Love cover’ı, bir an geri dönüp neyi dinlediğimi kontrol etme isteği uyandırdı bende. Ama neyse ki bu duygu çok uzun sürmedi. Gayet fresh ve eğlenceli bir uyarlama olmuş. (Hayır film eleştirir gibi yazmayacağım tabii ki ama bu cümle parçayı tanımlar diye düşünüyorum.)

Lennon‘ın “Cold Turkey”i ve Spirit’in “I Got a Line on You” su derken albüm su gibi akıp giden albümün ruhu, Come and Get It ile en tepe noktaya ulaşıyor.

Oldukça ayrıntılı bir şekilde, parça parça oturup buraya yazabileceğim bir albüm değil bu. Dinlemeniz, o ruhu hissetmeniz gerek. Yani ruh derken bahsetmek istediğim şu. Yine ben bir bebeyken (bu albüm nedeniyle yaşadığım flashbacklerin haddi hesabı yok), müzik kulağım daha körpecikken başladığım nokta, bir Gunner noktasıydı. Sanırım şu topraklardan çıkmış en büyük Guns N’ Roses hayranlarından biri de olmam nedeniyle, 80’ler ekseninde dönüp duran ne kadar Glam Rock ismi varsa dinliyor, Axl’ın yanında ne kadar kankası varsa (Alice de olmak üzere), onların müziğine mutlaka bulaşıyordum. Dolayısıyla hayatımın gelişme çağındaki önemli bir bölümü Poison’lar, Mötley Crüe’lerle falan geçti. (Falan ne kadar basit bir kelime yahu)

 

 

 

Bu arkadaşlar da 70’ler falan demiş kendilerine ama ben buram buram 80’ler Glam’i ruhu aldım. Adlarından da biraz anlaşılabileceği üzere, tipik bir 80’ler glam rock kültürü üyesi yansıması gibiler. Haddi hesabı olmayan alkol ve uyuşturucu komaları,  Tabii ki bu biraz da albümün yoruma açık bir “ruh” olayına dayalı olması nedeniyle de bu ayrımı yaşamış olabilirim. Yoksa sonuçta bu cayır cayır bir rock n’ roll albümü, alın ve ne düşünmek istiyorsanız onu düşünün tabii!

 

Canlı performansları deseniz, herkes birbirini uzun süredir tanıdığı için o konuda da üstlerinde bir “mükemmellik” söz konusu.

Son olarak bu taş gibi albüm, Hollywood Vampires için yazılmış olan iki orijinal şarkıdan biri olan My Dead Drunk Friends‘in  pek manidar ve -en azından içki arkadaşları için-  mutlu sözlerle sona eriyor: We drink and we fight, and we fight and we puke, and we puke and we fight, and we drink … and then we die.”

Bu albüm geçmişte kalmış, gelecekte de yanımızda olacak olan, iyi kötü tüm anılar ve hala sevdiğimiz tüm dostlarımız için.

Bu mutluluk ve enerjilerinin (ve enerjimizin) daim olması ve başka albümlerini de görebilmemiz dileğiyle.

İyi dinlemeler!

Sonuçta bu blogu bir kız yazıyor arkadaşlar, tabii ki aralarından “kısmen” en genç olanı sık sık koyacağım.

MÜŞRA DEMİR

Zeen is a next generation WordPress theme. It’s powerful, beautifully designed and comes with everything you need to engage your visitors and increase conversions.

Top 3 Stories

Daha Fazla İçerik
10 Yılın Ardından: Limp Bizkit – Still Sucks İncelemesi